27 Ağustos 2010 Cuma

HAYAT, CANLILARA ÖNCELİK TANIRDI.

Bir kitaptan alıntı:
"Başkalarına duyulan sevgi, ölenlere duyulan bağı azaltmamalıydı. Buna evet demenin kendimi kandırmak olduğunu biliyordum. HAYAT, CANLILARA ÖNCELİK TANIRDI. Ölenlerin görüntüleri, sesleri, kokuları, anıları, izleri ağır ağır silinir giderdi. Acı ama galiba başka yolu da yoktu. İnsan pek de vefalı bir varlık değildi. Önemli olan ölenleri tümüyle unutmamak, ruhlarından bir parçayı benliğinize katarak, onların gönlünüzde yaşadığına kendinizi ikna etmekti. İkna etmekti, diyorum çünkü zamanla yüzlerini bile hatırlamakta güçlük çekeceğimiz sevdiklerimizin ruhumuzdaki etkileri, yaşamın canlı görüntüleri, sarsıcı olaylarıyla ağır ağır silinip giderdi belleğimizden. Her ne kadar bunun tersini kendime sık sık yinelediysem de acı gerçek buydu."

Kitabı bitireyim hele, beğenirsem sana da tavsiye ederim. Gerçi bu kısmıyla alakasız bir polisiye roman kendileri =)

Remezan Şenlikleri kapsamında yaptığımız Beyazıt gezisi bir fiyasko olsa da, gelecek programlarla bunu telafi edeceğimize inanıyorum. Bu arada her "remezan" deyişimde insanlar dalga geçtiğimi düşünecek diye çekiniyorum, Avrupa Yakası'nın bir bölümünde Burhan "hoşgeldin remezaaan" diye bağırıp duruyordu, o kadar komikti ki hep aklıma geliyor ne yapayım =) Zaten balık hafızamda saklayabildiğim bit kadar şey var, biri de budur yani.. Seviyorum gereksiz bilgilerle doldurmayı, ne gerek var 'KİMYA'ymış, oymuş, buymuş... ;)
Gitmek istediğim yerleri not ettiğim beyaz kaplı defterimi rastgele açıp ilk hedefimizi belirlemek istiyorum!
=)))
Defter öyle çok dolu olmadığından boş sayfa çıktı, ben de kendim seçiyorum öyleyse.
Yağmur çamur başlarsa zor gideriz diye düşündüğümden, 'Çengelköy Çikolata & Kahve'yi tercih ettim. Tarihi Çınaraltı Kahvesi'nin iki yan sokağındaymış. Eski ve çok hoş bir yer olduğunu okumuştum.

Bu arada sene sonuna kadarki fuar takvimini inceledim. Birkaç tanesini ajandama kaydettim, inşallah fırsat bulup gideriz.
4 Ekim PET SHOW :)
2 Aralık Ayakkabı ve Moda Fuarı
23 Aralık Hediyelik Eşya Fuarı
31 Aralık GÜZ YARIYILI BİTİŞ =D İnşallah sağ salim atlatırım ve o tarihte tezimi hazırlamış olurum... Daha şimdiden düşününce içim bir garip oluyor. O kadar soğudum ki o laboratuvardan :(
Ben ne büyük bir hata yapmışım meğer... Hayatının hiçbir döneminde ders çalışmayı sevmeyen biri, neden zor bir üniversite, zor bir bölüm seçer ki.. Bir bu zor demiyorum asla, ama kolayları da vardı. Seçmedim, neden? Sadece annem "benim kızım ...'da okuyor desin diye". Hırslı çünkü, ama hayatımdan ne kadar zaman ve huzur çaldığının farkında bile değil. Bende hata aslında, oyuna gelmemeliydim. O evde "ders çalış, hiçbir yeri kazanamayacaksın" diye bağırıp çağırdığında, inadıma yenilip ben şuraya girerim demeyecektim. Evet aynen dediğimi yaptım, ahhhh... Gittikçe yükü ağırlaşıyor... Hayatın geneline baktığımda hiç de ağır bir şey yaşamadığımın bu kadar farkında olup, hayatımın bu döneminde o kadar zorlanmama da ayrı üzülüyorum. Daha neler yaşayacağım kim bilir. Herkes anlayamıyor işte, ben de çalışmayı sevmiyorum diyorlar. Yok, biz aynı değiliz önce bunu anlasınlar. Benimki sevmemek değil, nefret etmek diyebiliriz. Çalışıyorum dediğim zamanın büyük çoğunluğunu boş işler yaparak geçiririm, gene iyi çünkü lisedeyken duvara bakarak geçirirdim! En azından şimdi o boş işlerin yanında arada faydalı sayılabilecek işler de yapıyorum, odamda 4 mevsim temizliği yapmak gibi...
Neyse, bu kadar sıkıcı konular yeterli bence.

Hem bu dönem aslında çok hareketli geçecek, önce İzmir'de düğün, sonra canım kardeşim ve eşi!:)nin İstanbul'a taşınması ve yurt dışı seyahatimiz derken sene sonunu bulmuş olacağız inşallah. Sevgili taze Psikolog kardeşimin de desteğiyle herşey daha kolay olacak :)

Bu blog'u açmam da iyi oldu benim ajandada haliyle her güne bit kadar yer ayrılmış, burada bana "Yürü ya kulum" denmişçesine ilerliyorum.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Tek okuyucum NERMİN'e =)

Madem o kadar istedin kırar mıyım hiç seni? Hemen açtım bir blog, sadece sen ve ben =) Saat sabahın beşi olmuş, benim yaptığım işe bak... Yarasa misali yaşıyorum artık zaten, normal saatlerde yatsam da uyuyamamaya başladım. Gündüz vakti arayan insanların hiç şansı yok, telefonumu ters çevirmek suretiyle uykuma devam ediyorum. Telefon, ekranı aşağıya bakacak şekilde döndürüldüğünde kendi kendini sessize alıyor. Bunu da yakın zamanda bir arkadaşımdan öğrendim. 'Şu teknolojiye bak nasıl yapmış insanlar' diyerek şaşırmam da ayrı bir konu. Telefonun icadı için bu kadar kafa yormamışımdır.
Blog adı konusunda hiç düşünmeden hareket ettim, sanki kafamda kurmuşum gibi yazdım oraya. Aybike demişti sanırım bir gün, 'patipembesi'.. Nasıl benim aklıma gelmez diye geçirmiştim içimden. Ördek yeşili ve mercan kırmızısı gibi renkler varken bu neden olmasın? =)
Bugün otobüste aklımdan gene kelimeler uçuşurken, blog yazmaya başlarsam nelerden bahsederim diye düşünüyordum, sonra kendimi sırıtırken buldum. Ne kadar birbirinden alakasız şeylerdi anlatamam.
Bu arada dün buluştuğum arkadaşlarla senin FAGOSİTE DANSI'ndan bahsetmiş olabiliriz. Onu izleyen seçilmiş insanlardandı kendileri. Ahhhh o kayıt nasıl silinir, nasıl!!!
Şu anda gram uykum olmamasına rağmen, Duman'ın kıvrıldığı yerin yanına yatıp kendimi zorla uyutacağım.
Az uyuyup, dinç olabilmeyi; çok yiyip, kilo almamayı; derslere gitmeyip, diplomamın eve yollanmasını; klimanın çalışıp, elektrik harcanmamasını isterdim. Sadece şu anlık, genel düşünürsek sürer gider...