Çift terapisi ile ilgili bu kitabı okurken bazen sıkılmadım değil, ama aşağıda paylaştığım gibi hoşuma giden bölümler sayesinde zevkle bitirdim diyebilirim.
![]() |
Çift olmak bizim kişisel gelişimimize, daha iyi insan olmamıza, kendimizi daha iyi tanımamıza yardım eder.
İlişki çoğalır.
Bu nedenle çabalamaya değer.
ÇABALAMAYA…değer (yani ilişki için çabalamaya)
Yarattığı ıstırabı çekmeye değer.
Karşılaşacağımız acıyı duymaya değer.
Tüm bunlar değerlidir çünkü bunları aştığımız zaman artık eskisi gibi olmayız: Gelişmiş, daha bilinçli ve daha bütün oluruz.
Çift olmak bizi hiçbirşeyden kurtarmaz: Bizi bir şeyden kurtarması gerekmemektedir.
İnsanların çoğu sorunlarını çözmek için birini arar. Yakın bir ilişkinin onları sıkıntılarından, dertlerinden, anlam eksikliğinden kurtaracağını sanar.
Bir eşin boşluklarını dolduracağını sanar.
Nasıl da büyük bir hata!
Birini tüm bu beklentilerle eşim olarak seçersem, tüm bu beklentilerimi sağlayamadığı zaman ondan nefret ederim.
Sonra… sonra belki bir başkasını ararım, bir başkasını ve bir başkasını…
Belki de yaşantımı şansıma lanet okuyarak geçirmeye karar veririm.
Önerim kimsenin bunu benim için yapmasını beklemeden kendi yaşantımın sorunlarını çözmektir.
Önerim aynı zamanda bir başkasının yaşantısının sorunlarını çözmeye yeltenmek yerine, yaşamı iyi geçinmek, gelişmek, eğlenmek için onunla birlikte bir proje üretmektir. Ondan benim yaşamımı çözümlemesini beklememektir.
Sürekli sana hatalarını gösterirsem, sana nasıl davranmak gerektiğini göstermek için yaşarsam, sana durmadan her şeyin nasıl yapılması ve olması gerektiğini işaret etmekle meşgul olursam belki kendini bir aptal gibi hissedersin, daha kötüsü beni terk edip gidersin, daha da kötüsü sırf benim canımı sıkmak için yanımda kalırsın.
Beni gerçekten dinlemeni istiyorum, ilgili, arzulu aşk dolu kulaklarla.
Gerçekten sesimin duyulmasını istiyorsam, sana kendimden söz etmeyi öğrenmeliyim, ihtiyaçlarımdan, senin davranışların nedeniyle kendimi nasıl hissettiğimden söz etmeliyim. Bunları yaparsam muhtemelen beni dinlemen çok daha kolaylaşacaktır.
İnsan aşık olunca, ötekini olduğu gibi görmez, öteki, aşık olanın idealize ettiği unsurları yansıttığı bir ayna görevi görür. Aşık olmakta “kendimin sende yansımasını seviyorum” vardır.
Aşık olmak, kendime olan aşkımı izlediğim aynayı bu kadar zarif bir şekilde bana tuttuğun için sana büyük sempati duyuyorum demektir.
Ama zaman geçtikçe ve ilişki türlü zorluklar yaşadıkça, bu varsayımsal ayna, ayna olmayı bırakır ve kendi kimliğine kavuşmak için doğal bir arzu gösterir. Başta sevilme ve hayran kalınma arzusu o kadar kuvvetlidir ki, başka birinin yerine komaya aldırmaz bile. Bu bir tuzak olsa da, aşka öylesine ihtiyaç duyarız ki, bir süre keyfini süreriz.
Ne yaparsak yapalım, birkaç hafta sonra, bir süre sonra (beş dakika, üç ay…) öteki saklayamadığı gerçekliğini bize gösterir, bizim de sonsuza kadar saklayamayacağımız gerçekliğimizi görür; aşkı ne kadar gönlümüzü okşasa ve kendimizi aşık hissetmek ne kadar hoş olsa da bu böyledir.
Bir rüyadan uyanmak gibidir. Kendimizi bir saydığımız o insandan şaşırtıcı şekilde farklı biri ortaya çıkmaya başlar. Tutku evresini terk ederken ötekinin değiştiğinden, artık eskisi gibi olmadığından söz edenleri dinlemek komiktir çünkü değişen tek şey baktıkları gözleridir.
Yapılması gereken karşımızdakinden gördüğümüz, kendimizde hiç gelişmemiş ya da az gelişmiş olan yanlarımızı geliştirmektir. Böylece eşimiz düşmanımıza değil, öğretmenimize dönüşür.
Aşık olmak birbirine tastamam uymaları sevmektir, sevmekse farklılıklara aşık olmaktır.
Duygular tutkulara kıyasla daha uzun ömürlüdür ve dış gerçekliğin algısına bağlıdır. Sevginin inşası önümdekini görebildiğimde, ötekini keşfettiğimde başlar. Bu noktada sevgi aşık olmanın yerini almaya başlar.
Birini sevmek demek, gerçekten onunla ilişki kurabilmek için tüm bu yansıtmaları silip atmayı göze almak demektir. Bu kolay bir süreç değildir ama meydana gelen ya da bizim meydana gelmesine yardım ettiğimiz en güzel şeylerden biridir.
Sevgi de mutluluk gibi bedeni ve ruhu sarıp sarmalar ve ötekini onu değiştirmek istemeden görebildiğimizde ortaya çıkar.
Aşık olmak bedava, neredeyse kaçınılmaz bir deliliktir, teknik açıdan manik bir heyecanı barındıran hezeyanlı bir karmaşa çerçevesidir.
Sevmek tam tersine, ihtiyat gerektirir ve bedeli yüksektir. Daha uzun ömürlü ve daha az çalkantılıdır, ama sürmesini sağlamak için sıkı çalışmak gerekir. Şunu diyecek noktaya varmış olmak ne kadar rahatlatıcı: Bunu yapabilirim, şu ise benim için iyi değil, bir yaşam modeli yoktur ki: benim bayıldığım şeyden sen hiç haz etmezsin ve bunların hepsi de iyidir. Neden seni ırmağı izlemenin İnternet’e girmekten daha eğlenceli olduğuna ikna etmeye çalışayım? Sen İnternet’e gir, ben de ırmağa paten yapmaya gideyim. Sonra görüşürüz.
Karşımızdakinin aynı şeyden bizim kadar zevk almadığını kabul etmek yıllar sürebilir. İnsanların çoğu ötekini kendi duruşlarının doğruluğuna ikna etmeye uğraşırken kavga ederler. Hâlbuki doğru duruş diye bir şey yoktur.
İlişki kuramamanın nedenlerinden biri dinlemenin zorluğudur. Kendimizi zorlayarak ötekinin konuşmasını bitirmesini bekleriz, amacımız diyalog kurmak değil, kendi düşündüğümüzü söylemektir; çoğu kez sonuç üst üste binen iki monologdan ibarettir… Bu gibi durumlarda insanlar karşıdakinin dediğiyle bir bağlantı kurmazlar, dinlemezler çünkü herkes kendinin haklı olduğuna inanır. Yaptıkları tek şey kendi savlarını göstermek ve savunmak için sırlarının gelmesini beklemektir.
Sanırım insanlar düşündüklerini ve hissettiklerini ötekinin doğrulamasına ihtiyaç duyuyorlar. “Herkes başka bir şeyden hoşlansa da benim için iyi olan farklı,” diyebilmek harika olurdu. Ve elbette ki buna saygı duymak: ötekinin onayına ihtiyaç duymak yerine farkı kabul etmek.İnsanlar sevdiklerini sanarken aslında ötekine sahip olma arzularına takılıp kalıyorlar. Sanki şöyle diyorlar: “Yanımda olduğun sürece seni seveceğim, ama gittiğinde kesinlikle senden nefret edeceğim.
Bu sevgi olamaz.
Sevgi ötekinin ihtiyacını düşünmeyi, onun iyi olmasından keyif almayı, onun tam anlamıyla bağımsız bir şekilde benim yanımda olmasını kabullenmeyi gerektirir.
Peki olanaksız ilişkileri deneyip durmak yerine, neden düşünce biçimimizi değiştirerek olup biteni anlamaya çalışmayalım?
Eşimizin üzerinde karmaşık kontrol mekanizmaları yaratmaktansa, neden kendi patolojik sahip olma ihtiyacımızı kontrol altına almaya uğraşmayalım?
Onu kaybetmenin bana çok fazla ıstırap vereceği bahanesiyle onu izlemektense, neden kendi hastalıklı kıskançlığımı tedavi etmeyeyim?
Kıskançlık, sevdiğim kişinin sadece benim olmaya hakkım olan şeyi bir başkasına da verdiğine inanmaktır. Diccionario del diablo’da (Şeytan’ın Sözlüğü) Ambrose Bierce’nin dediği gibi: “Kıskanmak birini kaybetmekten korkmaktır. Biri kaybetmekten korktuğu için kaybederse, zaten elindekini korumaya değmez.”
Sevdiğimin diğer ilişkilerini sansürlemeye, kontrol etmeye çalışacağımız, onunla arzu ettiğim ilişkiyi kurmaya çalışmalıyım.
Eğer çocukken ebeveynlerimizin onlardan daha fazla ilgi, sevgi memnuniyet ya da oradalık istememizden hoşlanmadıklarını fark edersek, ihtiyaçlarımızı saklamayı öğreniyoruz. Bu ebeveynlere karşı bir suçlama ya da yük değil. Muhtemelen istediklerimize sahip olamadıkları için bizim ihtiyaçlarımızı karşılayamıyorlar.
Ama kesinlikle tam da bu noktada ihtiyaçlarımızı hissetmemeyi öğreniyoruz, bunu hayal kırıklığının getireceği acıyı yaşatacak bir stratejiye dönüştürüyoruz.
Çocuk, ebeveynlerinin sevgisine ihtiyaç duyar ve kişiliğini bu sevgiyi elde edecek biçimde kurar. Zayıf olduğum zaman bana daha çok ilgi gösterdiklerini keşfedersem, zayıflık çerçevesinde bir kişilik oluştururum. Bağımsız olduğumda gurur duyarlarsa, güçlü bir kişilik geliştiririm, kendime yalnız olabildiğimi, yardıma ihtiyaç duymadığımı telkin ederim. Kurduğumuz kişilik işlevsel olmamıza, bizi sevmemizi sağlamamıza yarar. Bir maske yaratır ve onunla özdeşleşiriz. Kim olduğumuzu ve gerçekten ne istediğimizi unuturuz.
Ancak kendimizi birisi için var etmekle aşk ve içtenliğe ulaşırız. Bir zırh kuşanıp, bir kaleye kapanır ve kendi kurduğumuz bir yapının içine hapsolursak onlara ulaşamayız.
Bu kişilikten kurtulmak da olanaksızdır: onu yaşamın güçlükleriyle başa çıkmak için geliştirmişizdir. Yapılması gereken onu gözlemlemek, aleyhimize çalışıp gerçek bir birlikteliği engellediği zaman farkına varmaktır.
Önerdiğimiz çalışma da bu: Dünyada nasıl var olduğumuzu gözlemlemek, içine sıkışıp kaldığımız rollerin farkına varmak.Beni sevmen için zorla maske takmam gerekmez. Bunu yaparsam belki zayıf, belki de güçlü olan gerçek beni sevip sevmeyeceğini asla öğrenemem.
İnsanlar olup biteceklerin tahmini üzerine ilişkilerini inşa ederler, tahminlerini gerçekleştirecekmiş gibi hareket ederler ve sonunda da gerçekleşir.Örneğin terk edilmekten korkan bir kadını ne zaman eşinin biraz uzaklaştığını hissetse şöyle yakınır: “Gördün mü beni sevmiyorsun. Beni her zaman yalnız bırakıyorsun.”Adam kısa süreli, anlık bir mesafeye bile ihtiyaç duysa, kadın davranışlarıyla ve yakınmalarıyla adamın üstüne varır ve sonunda adam bunalarak gerçekten onu terk eder.
Böylede kadının erkeklerin onu yalnız bıraktıklarına ilişkin kuramı doğrulanmış olur ve artık onlara hiç güvenmeyecektir…falan filan.
Bir ilişkiye bu ilişkinin nasıl olması gerektiğine ilişkin bir alay fikirle başlarız, bir kadın nasıl davranmalı, paylaşmak nedir, ne değildir, ne zaman ve nasıl sevişilmelidir, her şeyi birlikte yapmalı mıyız, yapmamalı mıyız…; hepsini biliriz!
Neyin en iyisi olduğunu belirleyen bir kural ne çiftler ne de bireyler için geçerlidir. En iyisi insanın olduğu kişi olmasıdır.
Istıraplı yerlerde durmanın olanaksız olduğunu düşünürüz ve tek çıkışın tepki vermek olduğuna inanırız; içe kapanmak, saldırmak, suçlamak ya da kaçmak.
Yıllarca böyle davrandıktan sonra bu yerler terk edilmiş olarak kalır. Oralarda var olmadığımız için sadece boşluk vardır, bu nedenle içimizde bir kara delik, eksik bir parça bulunur.
Orada var olmayı öğrenmemiz gerekir, kendi kendimizde iyleşmeye başlayacağımız yer orasıdır.
O ıstırabın içinde durabilirsek, o daha önce hiç içinde bulunmadığımız ıstırabın, farklı biçimde güçleniriz.bir kez daha yinelemek gerekirse, ötekiyle birlikte olmak için önce kendimizi bulmalıyız. İkimiz de burada ve şimdide var olmalıyız. Mesele budur